01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / AKSA TUFANI’NIN GELİŞME SÜRECİ
AKSA TUFANI’NIN GELİŞME SÜRECİ

AKSA TUFANI’NIN GELİŞME SÜRECİ Ahmet VAROL

Filistin toprakları üzerindeki Siyonist egemenliğin gayri meşru bir işgal olduğu gerçeğinden habersiz olanlar veya olaya Filistin davasının değil de küresel güçlerin penceresinden bakanlar bu topraklarda zaten devam eden bir savaşın farkında değiller. O yüzden savaşın fitilinin 7 Ekim’de gerçekleştirilen operasyonla çekildiğini düşünüyorlar. Oysa “Aksa Tufanı” adı verilen bu operasyon Siyonist işgalin devam etmesi için Filistin halkına karşı sürdürülen savaş karşısındaki özgürlük, hak ve bağımsızlık mücadelesinde yeni bir sürecin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Ancak bu hadise de öyle birden, sebepsiz yere vuku bulmamış, onu hazırlayan sebepler geniş bir zaman süreci içerisinde oluşmuştur.

Siyonist işgali, zulmü, toprak gaspını, Yahudileştirme faaliyetlerini, tehcir ve ırkçı tasfiye politikalarını, Mescid-i Aksa’yı Yahudi mabedine dönüştürme amaçlı planlı baskınları vb. zulüm uygulamalarını ayrıntılarıyla yazdığımızda söz hayli uzayacaktır. O yüzden bunlardan sadece ana başlıklarıyla söz ederek geçiyoruz.

Bütün bunların yanı sıra Siyonist işgal güçleri Filistin’in işgal altındaki Batı Yaka ve Kudüs bölgelerinde istisnasız her gece Filistinlilerin evlerine gece yarısından sonra silahlarla baskınlar düzenliyor, evlerine girmek için zillerine basma ihtiyacı bile duymaksızın kapılarını kırarak, istirahata çekildikleri sırada, uygun olmadıkları bir halde evlerine eşkıya usûlüyle giriyor, kadınları yine uygun olmadıkları halde yataklarından kaldırıyor, evlerde dehşetler saçıyor, çocukların kafalarına silahlarını dayayarak tehdit ediyor, sonra aile efradından bazılarını ellerini kelepçeleyerek götürüyorlardı. Bu işlemi istisnasız her gece yapıyor ve hemen her gece ortalama 50 ile 100 arası insanı bu şekilde rehin alıyorlardı. Sayının bazen 50’nin altına düştüğü bazen 100’ün üstüne çıktığı oluyor ama bu şekilde baskınların düzenlenmediği ve insanların rehin alınmadığı bir tek gece bile geçmiyordu. Dolayısıyla birkaç gün içinde rehin alınanların sayısı yüzleri buluyordu.

Bunlardan bazıları işgal rejiminin soruşturma merkezlerinde günlerce işkence edildikten sonra serbest bırakılıyorlardı. Ama tabii maruz kaldıkları fiziki ve psikolojik işkence günlerce kendilerine gelememelerine neden oluyordu. Bazıları işgal rejimi savcısının kararıyla idari mahkum olarak işgal zindanına konuyordu. İdari mahkum ise işgal savcısının hiçbir yasal gerekçeye dayanmaksızın, herhangi bir dava dosyası açmadan,  tamamen kişisel inisiyatifini ya da istihbarat bilgilerini esas alarak verdiği kararla hapse atılanlara deniyor. Bazıları da mahkemeye sevk ediliyor ve haklarında yıllar sürecek hapis kararları veriliyordu.

İşgal güçlerinin istisnasız her gece gerçekleştirdiği bu baskınlar Filistin halkının sesini dile getirmeye çalışan basın yayın organları, haber siteleri ve sosyal medya bağlantıları vasıtasıyla dünya kamuoyunun dikkatine sunuluyor, ama artık rutinleşmesi ve süreklilik kazanması sebebiyle hiçbir sakini harekete geçirmiyordu. Sanki Siyonist işgalcilerin bu şekilde baskınlar düzenleme ve insanları rehin alma hakları varmış gibi algılanıyordu. Rehin alınanlar arasında kadınlar ve çocuklar da vardı. Dediğimiz gibi esir edilenlerin önemli bir kısmının işgalcilerin sorgulama merkezlerinde günlerce işkenceye maruz bırakıldıktan sonra serbest bırakılmalarına rağmen işgal zindanlarında tutulan esirlerin sayısı 5 bini geçmişti. Bunların azımsanamayacak bir kısmını da kadın ve çocuk esirler oluşturuyordu.

Filistin direnişi 7 Ekim sabahı, işgal güçlerinin zulümlerini ve özellikle bu gece baskınlarını durdurmak, daha önce düzenlenen baskınlarda esir edilenleri de özgürlüklerine kavuşturmak amacıyla bir operasyon düzenledi. Bu operasyonda çoğunluğu güvenlik ve istihbarat elemanı olmak üzere 250 civarında işgalciyi esir ettiler. Sayı, işgal güçlerinin Batı Şeria ve Kudüs’te gerçekleştirdikleri baskınlarda bir haftalık süre içinde esir ettiklerinin sayısına bile ulaşmıyordu. Henüz işgal zindanlarında tutulanların ise sadece yirmide birine tekabül ediyordu. Üstelik Filistinli direnişçilerin amacı, işgal güçlerinin yaptığı gibi esir ettikleri kişilere eziyet etmek, onları korkutmak değil kendi esirlerini özgürlüklerine kavuşturmak olduğundan işgalci Siyonistlerin gece baskınlarında başvurdukları yöntemlere de başvurmamışlardı.

Direnişin böyle bir operasyon düzenlemekteki amaçlarından biri de saldırı, zulüm, Yahudileştirme ve ırkçı tasfiye dairesini sürekli genişleten işgal rejiminin Gazze bölgesine yönelik olarak planladığı geniş çaplı bir saldırı karşısında önceden bazı avantajlar elde etmekti.

Savaş stratejileri ufukta görünen işaretlere göre belirlenir ve düşmanın nasıl bir tavır takınacağını her zaman önceden tahmin etme imkanı olmayabilir. Ama düşmanın sergileyeceği tavrı tahmin etme konusunda yanılma ihtimali, ondan kaynaklanan tehlike karşısında herhangi bir strateji geliştirmemeyi haklı kılmaz. Böyle bir tutum da düşman karşısında tümüyle acze düşme ve zaaf gösterme sonucu doğuracağından düşmana büyük avantajlar sağlaması söz konusu olabilir.

Filistin topraklarındaki Siyonist işgalin devam etmesini önemseyen küresel emperyalizm ve özellikle de bu emperyalizmin başını çeken ABD, işgal rejiminin Filistin direnişi karşısında peşinen yenilgiyi kabul etmesi anlamına gelecek bir “esir takası” pazarlığına razı olmasının direnişin bileğini güçlendireceğini ve ileride buna benzer eylemler düzenlemesi için yeni planlar yapmasına kapı açacağını düşündüğünden işgal rejimini, Filistin halkına ağır bir darbe vurma amaçlı geniş çaplı saldırı düzenlemeye teşvik etti. Onlar Filistin direnişinin Filistin halkının tümünün hakları için mücadele ettiğini bildiklerinden, halkın silahsız sivil kesimine vurulacak darbenin aynı zamanda direnişe darbe anlamına geleceğini düşündüler. Çünkü işgal güçlerinin sadece direniş karşısında savaş vermesi durumunda direnişe verdirecekleri zayiatın kendilerinin verecekleri zayiattan daha az olabileceğini hesapladılar. Bu durum karşısında sivil savunmasız halkı yıpratacak saldırılarla Filistin tarafını yıpratma ve yıldırma politikasının daha etkili olacağını düşündüler.

Bundan dolayı işgal rejimi kendi esirlerini gözden çıkararak Gazze bölgesinin her tarafına yoğun bir şekilde ve rastgele hava saldırıları düzenledi. Bir yandan da bölge ahalisinin dışarıdan insani yardım almasını dahi engelleyen ablukayı iyice sıkılaştırdı. Bu tarz bir saldırı ve ablukanın Filistin halkını yıldıracağını, bu halkın çok büyük zarar görmesi ve yıpranması karşısında da onu savunma durumunda olan direnişin teslim olmayı, elindeki esirleri yani onların isimlendirmesiyle rehineleri şartsız teslim etmeyi kabul edeceğini umuyordu. Aynı zamanda bölgenin her tarafını tahrip etme amaçlı saldırıların direnişin stratejik alanlarının da tahrip edilmesi ve onun hareket alanının iyice daralması sonucunu doğuracağını düşünüyordu.

Direnişçilerin işgalcilerden birçok kişiyi esir almanın ve onları Gazze’nin muhtelif bölgelerine dağıtmanın, onların kitlesel katliama sebep olacak saldırılarının önünü keseceği ve esir takası konusunda pazarlığa oturmaya zorlayacağı beklentileri maalesef gerçekleşmedi. Ama dediğimiz gibi savaş stratejilerinde genellikle ufukta görünen işaretlere ve ihtimallere göre hareket edilir. Düşmanın nasıl bir tavır sergileyeceğini her zaman kesin bir şekilde tahmin etmek mümkün değildir.

Diğer yandan işgal rejimi de, geniş alanda yıkım ve büyük katliama sebep olan hava saldırılarının direnişi teslim olmaya zorlayacağı ve onun hareket alanını iyice daraltacağı beklentisinde de Siyonist düşman yanılgıya düşmüştür. İşgalci düşman kara operasyonunu başlatırken böyle bir beklentiyle hareket ediyordu. Ama beklediği gerçekleşmediğinden kara saldırılarında tahmin ettiğinin çok daha üstünde bir kayıp verdi. Aynı zamanda savaşın uzaması işgal rejiminin askeri ve ekonomik yönden kayıplarının da tahmin ettiğinden fazla çıkmasına neden oldu.

Bu arada işgal rejiminin ve onun arkasında duran küresel emperyalizmin Gazze’de sergilediği vahşet dünya kamuoyunda kendilerine yönelen tepkinin artmasına sebep olduğundan bu da siyasi yönden sıkıntıya girmelerine yol açtı.

Bu durum karşısında işgal rejimi ve onu böyle bir savaşa teşvik eden emperyalist güçler, kendilerini bir bataklık içinde görmektedirler. Ama bu bataklıktan yenilgiyi kabul ederek çıkmalarının askeri ve siyasi yönden itibar kayıplarının artmasına ve direnişin sonraki aşamalarda yeni stratejiler geliştirmesine imkan sağlanmasına neden olacağını düşünüyorlar. O yüzden sivil halktaki kayıpların ve zorlukların artmasına neden olacak tarzda soykırım saldırılarını bir süre daha devam ettirerek direnişi yıldırmak için ipleri zorlayacakları yönünde mesajlar veriyorlar.

Ancak bu konudaki ısrar onları uzun soluklu bir savaşa da zorlayabilir. Böyle bir savaş ise işgal toplumunda siyasi yönden çözülmeye ve muhalif seslerin daha da yükselmesine sebep olabilir. İşgal rejiminin arkasında duran ABD ve Avrupa ülkelerine yönelik tepkilerin de artmasına neden olacaktır. Bu tepkiler ise o ülkelerdeki mevcut siyasi iktidarların taraftar kaybetmesine ve sonraki dönemlerde iktidarlarını kaybetme riskine sebep olabilir. Çünkü Filistin’deki tavırları Ukrayna’daki tavırlarıyla aynı yere konamaz. Ukrayna’da mağdur edilen tarafı destekledikleri mesajından yararlansalar da Filistin’de zulmeden, haksızlık eden, katil ve işgalci tarafın arkasında durdukları, onun insanlık adına utanç verici korkunç katliamlarına ve sergilediği vahşete göz yumdukları çok açıktır.

Aksa Tufanı, Siyonist işgal rejiminin kuruluşundan bu yana maruz kaldığı en zorlu ve en yıpratıcı savaş olmuştur. Tabii işgal rejimi açısından bu derece zorlu bir savaşın Filistinliler açısından da ağır bir bedeli olduğu gerçeği gözden uzak tutulamaz. Ama bu savaş Siyonist işgalin Filistin topraklarındaki geleceğinin güvence altına alınamayacağını ve Filistin halkının gasp edilen haklarını geri alma konusunda kararlı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu hadise Filistin davasının ümmet açısından da öncelikli ve önemli bir dava olduğu gerçeğini de bir kez daha ortaya koymuştur.

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul